İĞNEYLE KUYU KAZAR GİBİ BİNBİR GÜÇLÜKLE YERLİ MAKİNE ÜRETTİ
Tahtakale’de başlayan ve dünyaya açılarak devleşen bir sektörün başarı hikayesi
Tahtakale’deki hanlar Türk plastik sektörünün doğuşuna tanıklık etti. El presleri ile yapılan üretim zamanla öyle büyüdü ki bu gelişim plastik makine üretimine de yansıdı ve sektör adeta ‘Altın Çağı’nı yaşadı. Azmi, heyecanı ve yaratıcılığı ile yeni kuşaklara örnek olacak sektör duayenlerimizden Şerif Meriç’in deyimiyle, o zamanlar sektöre makine yetiştiremiyorlardı. Ürünler çeşitlenip sayıları artarken yerli plastik makine üretimi de hızla gelişti. Ta ki 1996 senesinde Çin makineleri pazara girene kadar. Çin tam anlamıyla piyasayı sildi süpürdü, enjeksiyon makinesi üretenler bir bir sahneden çekildi. Çin ile rekabetin yolunu farklılaşarak bulan ve inatla makine üretmeye devam eden Meriç’ten plastik sektöründeki hikayesini dinledik. PAGEV’in son dönemdeki çalışmalarını alkışlayan Şerif Meriç, PAGEV okullarına tasarladığı makinelerle de hafızalara kazındı.
Şerif Bey bize öncelikle biraz kendinizi tanıtır mısınız? Nerede doğdunuz, nasıl bir ailede büyüdünüz?
1952 senesinde Yunanistan’ın İskeçe kasabasında Musfaklı köyünde dünyaya geldim. Babam inşaat ustasıydı, annem de rençberlik yapardı. Köyümüzde evimize yakın tarlamız vardı. 1962 senesine kadar Yunanistan’da yaşadık. Bir süre sonra İskeçe’ye kasabaya taşındık. İlkokula da orada başladım ve 4’ncü sınıfa kadar Yunanistan’da okudum. Babam bizi hep Türkiye’ye getirmek istiyordu. Dolayısıyla 1962 senesinde Türkiye’ye geldik ve o zaman ismi Taşlıtarla olan Gaziosmanpaşa’ya yerleştik. Burada Dobruca Okulu’na devam ettim. Okul tatilinde babamın dayısı rahmetli Hilmi Dayımızın Üç As Plastik isimli firmasında çalışmaya başladım. Plastik işiyle ilk o zaman, orada tanıştım. El presleri vardı. Bir de makaslı olanlar vardı ki orada büyük ağabeylerimiz çalışıyordu. Bizimkisi mengeneli, elle sıkılan basit bir el presiydi. O zamanlar Emlak Bankası’nın bacasından para atılan ev gibi bir kumbarası vardı. Hiç durmadan onu yapıyorduk. Ben onların kapılarını ve camlarını basıyordum. İşte bu şekilde plastik sektörüne adım atmış oldum.
İlk başlarda el presleri ile plastik üretiliyordu
Plastikçilikte o dönemde hammadde çeşidi çok fazla yoktu. Benim bildiğim o zamanki isimleriyle alketen, kristal, bir de elteks diye üç ya da dört çeşit plastik vardı. Bunların boyamasını; toz boyayla içine biraz gaz döküp leğenlerde karıştırarak yapıyorduk. Ayrıca plastikten nihale üretiyorduk.
Ondan sonra geçen zaman içinde el preslerinin yerini yurtdışından gelen kollu hidrolik makineler, enjeksiyon makineleri aldı. Tabii yaşımız da ufak ufak büyüyordu, bu makinelerde çalışmaya başladım. 1964 senesinde elimi makineye kaptırdım, ezildi. Ondan sonra epey bir tedavi zamanı geçti ama yine plastik işine devam ettim. Üç As Plastik’ten sonra dayımın büyük oğlu rahmetli Erol Karasu’nun Bak Plastik firmasına geçtim. Bayrampaşa’daydı. Babam rahmetli de onun yanında çalışıyordu. O zaman enjeksiyon makinelerinin daha otomatik ve büyükleri geldi. Leğen, kova vb. yapılıyordu. Askere gidinceye kadar el presinden hidroliğine, en büyüğünden en küçüğüne kadar hemen hemen bütün makinelerde çalıştım.
Hasan Manav ile yolları kesişince plastik makinesi üretimine adım attı
Hasan Manav ile yollarınız nasıl kesişti?
Askere gitme zamanım gelmişti. Ufak kardeşim o zamanlar ilk enjeksiyon kollu makineleri yapan Kamasan isimli bir firmada çalışıyordu. Gümüşsuyu Caddesi’nde Bak Plastik ile yan yanaydı. Kardeşim ile askerden döndüğümde beraber bir şeyler yapmak için konuşuyorduk. Bu arada Ağrı Doğubeyazıt’a askere gittim. Terhis olduktan sonra geldiğimde Erol Ağabey, ne zaman iş başı yapacağımı sorunca “Ağabey ben bu işi yapmak istemiyorum. Ben de kardeşim gibi makine tarafına geçmek istiyorum” diye cevap verdim. O da beni Hasan Manav’a götürdü. İşte Hasan Ağabey ile tanışmamız bu şekilde oldu. Daha sonra Hasmak ismiyle anılsa da firmasının o dönemdeki adı Teknik Torna’ydı. Böylece plastik makinelerinin parçalarını yapan bir firmada talaşlı imalata başlamış oldum.
Teknik Torna’da neler yaptınız?
A’dan Z’ye makinenin her bölümüyle birebir ilgileniyorduk. Orada işi, tornacılığı, talaşlı imalatı bilen iyi ustalar vardı. Onlarla beraber çalışmaya başladık. Kısa zamanda makine işini kavradım, severek ve isteyerek yapıyordum. Teknik Torna’da bir, iki, üç, beş, altı derken epey bir makine yaptık. Plastik enjeksiyon makinesinin kovanından vidasına, hidroliğine kadar her şeyini öğrendim. 1980 senesine kadar orada çalıştım. Bu arada kardeşim askere gitti. Niyetimiz dönünce birlikte çalışmaktı ama 1980 senesinde kardeşimi kan kanseri hastalığından kaybettik. O dönemde Teknik Torna’dan ayrılmak zorunda kaldım. Ayrılınca ufak bir atölyesi olan başka bir arkadaşım ile beraber çalışmaya başladık.
Üç arkadaş makine üretiminde hızla büyüdü ve piyasadaki yerini sağlamlaştırdı
Sonra neler oldu? Nasıl devam ettiniz?
Teknik Torna ile aynı yerde, Maltepe Sanayi Çarşısı’ndaydık. Bir yıl sonra üçüncü bir ortağımız daha oldu. Bizimle beraber çalışan bir arkadaşımızdı. İlk yaptığımız enjeksiyon makinesi 180’e 350 her şeyi ile tamamen bize ait bir projeydi. Dökümleri ve modelleri yaptıracak paramız olmadığı için kaynaklı yani platinadan yaptık. Sactan, demir malzemelerden kesip biçip makineyi topladık. İlk makinemizi Şanal Plastik, Ahmet Bey’e sattık. Kazandığımız parayla eksikleri giderdik ve seri olarak makine yapmaya başladık. Bir tip, iki tip derken başka makineler de talep edenler oldu. Şişirme makinesi, extrüzyon makinesi gibi makineler ekledik. Enjeksiyon makinesi iki tip oldu ve sonra özel makineler geldi… Örneğin; Otosan 1982’de Ford Taunus’u çıkarttığı zaman onun grup fişlerini basabilecek dik enjeksiyon özel bir makine yaptık. Arkası çorap söküğü gibi geldi; vakum makineleri, şişirme makineleri, 220 litreye kadar büyük varilleri basan makineler, extrüzyon makineleri gibi birçok makine ürettik. 2015 yılına kadar tamamı plastikle ilgili pek çok makine yaptık. Özel makineler konusunda uzmanlaştık. Bu arada PAGEV meslek liselerine de ufak extrüzyon makineleri tasarladım. Üç arkadaş 2015 senesinin Haziran ayına kadar hep birlikte çalıştık ancak o tarihten sonra ayrıldık. Firmamızın adı Enformak’tı. Ben ortaklıktan ayrıldım ancak onlar halen aynı şekilde işe devam ediyor.
2015’ten itibaren yoluna Former A.Ş. ile devam ediyor
Siz Former Makine A.Ş. olarak devam ediyorsunuz değil mi?
Evet, aile şirketimiz Former ile çalışmalarımıza devam ediyoruz. Daha çok vida ve kovan üretiyoruz. Vida, kovan insan vücudundaki kalp gibidir. Plastiği eritip şekli vermek için kullanılan bir araç yani makinenin de kalbi diye tanımlayabiliriz. Özelliği her makine türüne göre özel olarak tasarlanmasıdır.
Şu an ihracat yapıyor musunuz?
Yapıyoruz. Burada aşağı yukarı iki senemiz oldu. Çocuklarımla beraber çalışıyoruz ama her konuda sorumluluğu tamamen onlara verdim. Ben artık sadece proje desteği vermeye çalışıyorum. Oğlum Ahmet Meriç’in verdiği rakamlara göre yaklaşık yüzde 50 ihracatla çalışıyoruz. İhracat yaptığımız ülkelerin başında; Fransa, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi farklı ülkeler var. İhracata çok büyük önem veriyor ve daha fazla artırmaya çalışıyoruz.
Makine yapmak eskiden iğneyle kuyu kazmak gibiydi
Size göre 1980’lerde plastik sektörünün en büyük sıkıntısı neydi?
O zamanlar plastik enjeksiyon makinesi yapan irili ufaklı 500’ün üzerinde firma vardı. Şimdiki teknolojiyle kıyaslamaya kalkarsak o zaman biz her şeyi iğneyle kuyu kazar gibi yapıyorduk. Şu anda makinelerde verilen programa göre tezgâh tamamen kendi işliyor ama o dönemde her şey el emeği göz nuru olarak işleniyordu. Her parça birbirine yüzde 100 uyum sağlasın diye uğraşıyorduk ancak bu her zaman mümkün olmayabiliyordu. Teknoloji bugün çok ilerlemiş durumda. İşin komiği ben şu anki atölyemizde bile tezgâhların hiçbirinde çalışamıyorum çünkü hepsi elektronik oldu. Ancak bana göre projede ve tasarımda değişen bir şey yok. Sadece eskiden resimleri T Cetvelle masada aydıngere çiziyorduk şimdi bilgisayarda özel programlarla yapıyoruz. Fark teknolojide…
Enjeksiyon makinesi satışları 1980’lerde tavan yaptı
1980’lerde çok makine satıyorduk. Üretime paralel makineye müthiş bir talep vardı. Ocak-Mart döneminde bütün bir sene imal edilecek makinelerin hepsini birden satıyorduk. İş yapmak isteyen insan çoktu. Tarlasını, tablasını, satan İstanbul’a geliyor ve burada bir enjeksiyon makinesi alıyordu. Kimisi mutfak eşyası, kimisi çanta sapı, kimisi süpürge yapıyordu. Hammadde yokluğu gibi bir durum pek yoktu diyebiliriz. PETKİM de üretiyordu, PETKİM’in üretemediği diğer hammaddeler ise yurtdışından geliyordu. Plastik üretimi altın çağını yaşıyordu çünkü yeni ve kullanışlı olan bu malzemeye insanlar büyük ilgi gösteriyordu. Pazar yeniydi ve gelişiyordu. Bu arada şu noktayı da belirtmek gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de üretilen plastikler belliydi, diğer mühendislik plastiklerin çoğu yurtdışından geliyordu. Şu an için değerlendirirsek mühendislik plastikleri katma değer anlamında çok iyi bir noktada ve Türkiye’nin bu alandaki plastik üretimini artırması gerekiyor.
Tahta valizi tezgah yaptı, hafta sonları pazarda plastik sattı
Bu arada sektörün gelişimini göstermek açısından örnek olması amacıyla kendimle ilgili küçük bir bilgi daha vermek isterim. 1960’lı senelerin sonuna doğru çeşit çeşit plastik eşyalardan alıp hafta sonları pazara gidiyor ve tahta valizimin içerisinde ‘ne alırsan 50 kuruşa’ diye plastik ürünler de satıyordum. O dönemlerde ürün çeşitliliği gerçekten fazlaydı.
Tahtakale bir sektörün doğuşuna tanıklık etti
Sektörde 500’e yakın plastik makinesi yapan firma var dediniz. Bu firmaların İstanbul’da semtlere göre dağılımı nasıldı?
Daha çok Bayrampaşa ve Tahtakale’deydi. Tahtakale zaten plastik sektörünün doğduğu yerdir. Sanayi sonra yavaş yavaş Bayrampaşa’ya doğru taşındı. Elbette başka yerlerde de vardı ancak en çok o bölgeye çalıştığımız için daha çok Bayrampaşa’yı biliyoruz. Dolayısıyla Gaziosmanpaşa, Taşlıtarla yani Bayrampaşa’da pek çok fabrika oluştu. İşte biz de zaten makine işine 1980 yılında Bayrampaşa’da Maltepe Sanayi Çarşısı’nda başladık. Ondan sonra zamanla oralarda büyüyen firmalardan daha geniş ve rahat yerlere taşınanlar oldu. Örneğin; şu anda devleşen Hakan Plastik, o zamanlar Taşlıtarla ile Bayrampaşa arasında çok ufak bir yerdeydi. Ufacık iki üç tane ekstruderleri vardı, hortum ve boru yapıyorlardı ama şu anda Çerkezköy’de 50 bin metrekarelik yerlerinde üretim yapıyorlar. Plastik sektörü geldiğimiz süreçte bunun gibi pek çok başarı öyküsü yazdı.
En büyük makine üreticileri kimlerdi?
1980’lerde en büyük makine üreticileri; Işıldar, Kamasan, Matplas ve yurtdışına ilk fuara makine götüren de Matplast’dır. İşte ondan sonra en büyük Enformak yani bizim firmamızdı. Hürel, Üçel Plastik vb. vardı. Enjeksiyon makinesini Alman patentiyle Türkiye’de İmbat yapıyordu ve o dönem en gelişmiş teknoloji onlardaydı. Tabii bunlar ilk aklıma gelenler ama kayıtlarımıza göre 500’ün üzerinde makineci vardı.
Çin makineleri Türkiye pazarına girdi, işler bıçak gibi kesildi
1990’lı yıllara geldiğinizde manzara değişti mi?
1990’lar plastik makine sektörünün en parlak dönemiydi. Elimizde elli tane makine olsun ellisini de satar durumdaydık çünkü üretimdeki artışla birlikte makineye talep çok yüksekti. Bu piyasa yapısı 1995’in sonu kadar devam etti. Ta ki 1996 yılında Çinli Haitian firması Türkiye pazarına girene kadar. Çinli firma bizim sattığımız fiyatın yarısına ve 36 ay leasing yaparak Türkiye’ye ilk makineyi verdi ve bizim işlerimiz bıçak gibi kesildi. Bunun üzerine yine plastiği işleyen makineler yaptık ama iş modelimizi değiştirdik ve extrüzyona geçtik. Extrüzyonda bir imalat yapmak için makinenin tamamının değişik olması yani makinenin yapılacak imalata göre tasarlanması gerekiyor. Enjeksiyonun kolaylığı ve iyiliği standart olmasıydı. Biz iki tip makine yapıyorduk ve on tane, yirmi tane fazla makinen de olsa bunların tamamını sorunsuz satarsın. Ama extrüzyon işi böyle değil… Mesela hortum yapanın makinesi farklı, kablo çekenin makinesi farklı, profil çekenin makinesi farklıdır. Polistren, PVC, polietilen, polipropilen kullanırsa farklıdır. Hammaddenin türüne göre bile farklılık gösterir. Çinli makine üreticilerine karşı rekabet edebilmek için farklılaşma yolunu bu şekilde bulduk ve böylece ayakta kalmayı, büyümeyi başardık.
Çin pazara girince plastik enjeksiyon makinesi sanayi öldü
Çin piyasada nasıl bir değişim yarattı, siz Çin karşısında nasıl rekabet ettiniz?
Eskiden ekmek aslanın ağzındaysa şimdi midesine doğru inmeye başladı. Tabii o dönemlerde biraz fazla efor sarf etmeye başladık. İşimiz devam ediyordu. Şişirme makinesidir, vakum makinesidir yine plastiği ilgilendiren o tip makineler yapmaya başladık. 1997’de yerli üretim yapan ya bir ya da iki tane firma kaldı, hepsi enjeksiyon makinesi yapmayı bıraktı. Sektörde enjeksiyon makinesi yapan firma kalmayınca orada yetişen elemanlar, o iş bilgisi, o tecrübe yavaş yavaş yok olmaya başladı ve hakikaten öyle bir dönem geldi ki plastikçiler makine tamir ettirecek adam bile bulamadı. Piyasaya değişik makineler geldi, fiyatı uygun olduğu için onu tercih ettiler. Burada esasında bana göre devlet politikaları yanlış işledi çünkü Çin adeta Türkiye pazarına elini kolunu sallayarak girdi. Dolayısıyla buradaki plastik enjeksiyon makinesi yapan bir sanayiyi tamamen öldürdü.
O firmaların çoğu sizin gibi başka şeyler yapmaya mı yöneldiler? Neler oldu?
Bu işi ezbere yapanların çoğu bıraktı ancak kendini geliştirebilenler, bizim gibi farklı üretimlere yoğunlaşanlar varlıklarını devam ettirebildi. Türkiye’de şu anda bile enjeksiyon makinesi yapan iki ya da üç tane firma vardır bildiğim kadarıyla. Enjeksiyon makinesi yapan kalmadı diyebiliriz. Çin piyasaya girince bizim gelişmemiz tamamen durdu çünkü mücadele edecek gücümüz ve imkanımız yoktu. Fiyatlar yarısından bile daha az, bir de 36 ay leasing yapıyorlardı ki bunlar plastikçinin çok işine geldi. Bilemiyorum o dönemde plastik mamul üretimi yapmış olsaydım belki ben de aynı şeyi yapardım ama devletin bunu görüp önlem alması, gelişmekte olan bir sanayiyi öldürmemesi gerekirdi.
Makine üreticileri olarak bu konuda bir önlem talebi oldu mu?
Makineciler sektörden ayrılınca başka işlere yöneldiler. Kimisi başka türlü bir makine yapmaya başladı, kimisi kablo sektörüne ya da profil sektörüne girdi. Dolayısıyla herkes kendi çözümünü kendisi aramaya başladı. Makineciler maalesef bir araya gelemedi ve bir talep de olmadı.
Siz aynı zamanda PAGEV’in 1989’daki ilk kurucuları arasında yer aldınız. Bize o günler anlatır mısınız? PAGEV hangi ihtiyaçtan doğdu?
PAGEV’in ilk kurucularındanım. PAGEV; güç birliği yaparak plastikçilerin sıkıntılarına bir çare bulmak, hammaddeden pek çok konuya kadar beraber hareket ederek her türlü desteği sağlayabilmek amacıyla kurulmuştu. Bunun yanında en önemli kuruluş amaçlarından biri plastik sektörüne eleman yetiştirmekti. PAGEV şu anda da aynı doğrultuda devam ediyor.
PAGEV özellikle son dönemde büyük atılım yaptı, sektörün sorunlarını çözdü
PAGEV’in etkinliklerini nasıl görüyorsunuz? Özellikle 2000’lere kadar olan süreçte…
Elbette sektör adına önemli çalışmalar, projeler yapıldı ama esasında 2000’e hatta 2005’e kadar PAGEV’de çok büyük varlık gösterilmedi. Bu son dönemde özellikle son 2-3 dönem içinde gençler PAGEV’i ele aldılar ve bana göre onlar çok daha başarılı şeyler yaptılar. Okullar tabii epey eski, bizim de tuğlamız var; plastikçinin, plastik makinesi yapanların yani sanayicilerin desteği ile PAGEV okulları kuruldu ama özellikle son dönemde güzel gelişmeler, ilerlemeler oldu. Yerli plastik oyuncak üretiminin canlandırılmasından hammadde ithalatında yaşanan sorunlara, makineciden üreticinin yaşadığı sıkıntılara kadar hepsine çözüm getirildi. Hükümetle, Bakanlıklarla konuşuldu, sorunlar halloldu. Oğlum Ahmet Meriç de şu anda PAGEV’de yönetimde. Çok iyi işler yapıyorlar ve kesinlikle bizim dönemimizden çok daha başarılılar.
Gebze ve Küçükçekmece’deki okullara makine tasarladığınızdan bahsetmiştiniz. Biraz açar mısınız bunu?
Makinemi komple bir extrüzyon hat olarak yapıp Gebze ve Küçükçekmece’deki PAGEV liselerine verdik. Hatta İzmit Kartepe’deki bir meslek lisesine, aynı şekilde İzmir’de bir yüksekokula öğrencilerin eğitimlerine destek olmak amacıyla makineler verdik. Bunlar ilk aklıma gelenler… Şu anda da bir projem var ve ilk çalışmaya başladığım 1962 senesinde kullandığım el presinin benzerini okul için yapacağım. Projesini tamamladım, imalat süresi başladı ve inşallah bittiğinde onu da PAGEV’e hediye edeceğiz.
Yeni bir projeye başlayınca heyecandan geceleri gözüme uyku girmezdi
Son olarak neler söylemek istersiniz, gelecek kuşaklara önerileriniz nelerdir?
Benim yaşadığım heyecanı şimdiki kuşakta göremiyorum. Oysa ben bir projeye başladığım zaman bitinceye kadar heyecandan gece uyku uyumadığım zamanlar oluyordu. Yeni bir proje farklı bir heyecan ve keyif veriyordu. Tabii şimdi dönem de değişti, uzay çağına geçildi. Akıllı telefonlar, internet imkânları çok genişletti. Dünyanın her tarafında herkesin her şeyden çok kısa sürede haberi oluyor. Bir proje yaptığında iki gün sonra bir bakıyorsunuz başka birisi hemen onu hayata geçirmiş. Teknolojiden dolayı her şey çok hızlandı. Gençlerden Bayraktar’ın yaptığı insansız hava araçlarında olduğu gibi A’dan Z’ye her şeyi bize ait olan bir şeyler yapmalarını bekliyorum çünkü artık imkânlar çok geniş. Dışa bağımlılığı minimuma indirecek hatta ve hatta dış piyasalara çok rahat satılabilecek şeyler üretmelerini bekliyorum. Çin, bundan 30-40 sene öncesine kadar hiç kimsenin haberi bile olmayan bir ülkeydi. Amerika ve Almanya, Çin’in farkına vardılar. İlk önce onlardan akılları sıra istifade ettiler, ucuz işgücü olarak çalıştırdılar ama sonra işler tersine döndü. Çin teknoloji dahil her anlamda kendini geliştirdi. Türkiye’nin de bu şekilde bir şey yapması lazım. Daha çok, biraz daha hırslı, biraz daha özgüveni yüksek şekilde çalışıp üretmesi gerekiyor.
Gençler bize göre daha şanslı
Bizim dönemimizin şartlarına göre ben iyi şeyler yaptığımızı düşünüyorum. Plastik sektöründe el presleriyle başladık ama zaman içinde enjeksiyon makinelerinden şişirme makinelerine, vakum makinesinden extrüzyonun birçok çeşidine; profilinden kablosuna her makineyi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Allah ömür verdiği müddetçe inşallah bizim de katkımız olur.